top of page

ŞEFFAFLIK

CER MODERN

Cer Modern yapısının bahçesinde bulunan Su Perileri heykeli, yapıyı geniş bir bakış açısıyla görebilecek şekilde konumlandırılmıştır. 1926 yılında Ankara'ya Avrupa'dan getirilen ve Ankara'da da beş farklı yerde bulunmuş olan heykelin şu an Cer Modern'i seyir halinde olması çalışmamızın çıkış noktasıdır. "Şeffaflık", deneyimlerimizin ortak noktasını işaret eder; Su Perileri Heykeli'nin su ögesinde, Cer Modern'in girişindeki cam yüzeyde, bu yüzey üzerinde biriken yağmur damlalarında ve yapının eskiden cer atölyesi olarak işleyen bölümündeki rayları sergileyen cam fanusta mekânsal deneyimi tanımlar. Şeffaflık ve su deneyimi, sergilerde de izlenir.
 

Bu kapsamda hazırladığımız video çalışmamızda yapı içinde ve dışında su ögesine, şeffaf yüzeylere ve seslere odaklandık. Ayrıca Su Perileri heykeli ve tren raylarının geçmişten taşınan izleri sessizlik içinde hatırladıkları seslerle deneyimledikleri fikrinden yola çıkarak, onların ve avludaki cam yüzeyin, deneyimlerini kendi ağızlarından aktardıkları metinler hazırladık. Videomuzu, Cer Modern'deki tren raylarının sessizliğinin aksine, geçmişten gelen izleri ve hareketliliği sürdüren yakın konumdaki tren garından seslerle sonlandırdık.

 

 

 

Buse CİNİ

İbrahim Erdem GÜNAY

Şükran Kübra CAMBAZ

Su Perileri Heykeli:
Fransa’da doğdum, tüm Ankara’yı gezdikten sonra buraya geldim. Önceleri kesilmeyen tren seslerinin olduğu bir yermiş. Şu an sadece raylarda gezen insanları duyuyorum. Görebildiklerim zaman zaman değişen sergiler ve bazen bana komşu olması için yanıma yerleştirilen heykeller. Hepsini hatırlıyorum, bana kendimi hatırlatıyorlar biraz da. Ebedi yerlerine konmadan önce gezen birkaç heykel. Köpeklerin seslerini duyuyorum. İnsanların eski raylardaki gezintileri kadar rahatsızlık vermiyorlar bana. İnsanlardan çok onlara aşinayım galiba. Yakınlardaki arabaların ve köpeklerin sesi susunca yanımdaki yapılara kulak kesiliyorum. Bazen sergide dolaşan insanların hayret dolu bakışlarını duyumsarken bazen de konuşmaların anlamsız bakışları geliyor aklıma. Ancak ben hengâmeye yine de uzağım ve üstüme basan kimse yok, şu cam yüzeye bak, üzerinde gezinen insanlar beni rahatsız ediyor, yine de onu kıskanıyorum Cer Modern'in iç ve dış mekânlarının iletişimini sağlayan bir bağ gibi davranıyor.


Avludaki Cam Yüzey:
Çift yönlü ve şeffaf bir ara yüzey olarak kurgulandım. Hem iç mekânda sergi alanındayım, hem dış mekanda avludayım. İkisi benim aracılığımla iletişim kuruyorlar. Avlunun bir parçası olan yüzeyimde biriken yağmur damlalarına bayılıyorum, sergi alanını örten yüzeyim yağmurla karşılaşmasa da damlaların hareketini ve sesini içeri yansıtıyor. Varlığımın yarattığı bu garip ikilik garip bir haz veriyor bana. Bir de şu insanların dışarıda gezinmesi ve meraklı gözlerle sergi alanına bakmasına hayranım gerçekten, değişen bir şey olmasa bile saatler boyu izleyebilirler gibi geliyor.
İçerideki şen şakrak seslerle üstümdeki şapırtıların ahengi bana tarif edilemez bir uyumu yaşatıyor. Ancak yine de dışarıda duran “taşlaşmış” heykeli kıskanıyorum, bir bekçi gibi olup biten her şeyi duyuyor ve görüyor. Ancak alt kattaki sergi alanında olan bitenden haberdar olduğundan emin değilim; ben dahi, kulak kesilince ancak tahmin yürütebiliyorum. Sadece sessiz koridorlar ve birkaç ayak sesi oluyor. Geceleri ise sonu bitmeyen bir sessizlik içinde bazen yankıları duyuyorum, depoya taşınan eserlerin sesini, onlar için açılan rampanın sıcak metal kokusunu alıyorum. Daha sonra yine sessizlik… Büyük duvarları bile konuşturan bir sessizlik, ancak bazen sessizlik, duyulamayacak ve görülemeyecek şeylerin okunur hale gelmesini sağlayan bir araç değil midir? Geçmişte, tam burada var olmuş yaşam izleri gibi. Ancak yine de sessizlik korkutuyor beni. Acaba Cer Modern'e ulaşan demir rayların, cer atölyelerinin işlediği o eski zamanlara tanıklık etmiş, geçmişin seslerine aşina olan bir başkası var mıdır?

 

Cam Fanus İçinde İzler: Tren Rayları
Üzerimi örten cam fanus, hem bir heykel gibi dayanıklı, hem de geçirgenliğiyle beni görünür kılan şeffaf bir bağ. Onun sayesinde bana dokunmadan üzerimde yürüyüp beni inceleyebiliyor insanlar. Geçmiş zamanın seslerini hatırlıyorum, trenleri ve onarım işçilerinin çekiçlerini. O zamanlar sessizliği özlerken şu an o seslerin hayaletleri bile hayal gibi. Önceden güneşi görürdüm; şimdi bir fanusun içine hapsedildim. Beni izleyenler birkaç raydan ibaret olduğumu düşünüyorlar, ancak ben tüm binanın tarihinin izlerini taşıyorum. Güneşli günleri, insan kalabalığını, çekiçlerin yankılarını duyumsuyorum; sergileri izleyen insanların sesleri ve yürüyüşleriyle bölünene kadar. Bazen üzerimde gezindikleri oluyor, ayaklarının altında hapsedilmiş, kapana kısılmış olan beni fark etmeden geçiyorlar. Belki bir gün görür ve sessizliğime kulak verirler; işte o zaman içimde barındırdığım sesleri duyabilirler.

bottom of page